Uzun zamandır “ne yapmalıyım, nasıl yapmalıyım” diye düşünürken, kendimi bir sabah uzun zamandır yaptığım şeyi, uzun zamandır yaptığım gibi yaparken buldum. Benim gibi okumayı yazmayı öğrenmeden önce dahi kendini yazarak ifade edenler için bir şeyler yazmak, nefes almak, kendinle derin bir bağ kurmak demek. Bu bağı kurmaya hevesim yahut vaktim olmadığında da ilk bıraktığım şey yazmak olur, çocukluğumdan beri bu böyle.
İş için bile olsa yazmak için yapay zekadan yararlandığım o alacakaranlık dönemi, sanki hiç yaşanmamış gibi geride bıraktığımı hissederken işte buraya oturmuş yeniden yazıyorum. Tüm bu içten sözlerime rağmen sonra anlatacağım şey ise bu hevesli hâlimle oldukça tezat gelebilir sana sevgili okur.
Bu sabah kızımı okula götürmüş eve dönerken, dikkatimin bir kısmını bir türlü bitmek bilmeyen kırmızı ışığa, bir kısmını ise dinlediğim video kaydında anlatılanlara vermişken, uzun zamandır yapmak istediğim ve kafamda tasarladığım bir projenin, beklediğim yeşil ışık yanmadan nasıl yok olduğuna da şahitlik etmiş bulundum. Yine de itiraf etmeliyim, bende asıl hayal kırıklığına neden olan şey, kafamdaki projenin çökmesi değil, onun çökmesiyle yaşadığım şaşkınlıktır!
Videonun başlığı ilgimi çekince tamamen tevafuken dinlediğim bu kayıtta, projemde anlatmak istediğim her şey, neredeyse tam da benim söyleyeceğim cümlelerle ve çok benzer bir tarz ve çerçevede anlatılıyordu işte! Böyle bir içeriğin yapılması yayınlanması karşısındaki şaşkınlığımı bırakın, projenin her nasılsa bugüne kadar başka birinin aklına gelmemiş olacağına dair çocuksu düşüncem, misafire sunulması planlanan kristal bir bardak olarak, beklenmedik bir anda taş zemine düşüp tuzla buz olmuştu. Ne kadar büyürsek büyüyelim, içimizde çocuk kalan bir yer hep oluyor; bu iyi bir şey. Tabii sevgili okur aramızda kalsın ama, ilk anda bu durum bana kendimi çok iyi hissettirdi diyemem.
Videodaki beyefendi son derece nezih bir ifade ile konuyu ele almıştı, bir eksiği, gediği, şunu da şöyle yapsaydı daha iyi olurdu diyeceğim bir boşluk bırakmamıştı ve belli ki bunun devamı da vardı. Daha 20 dakikalık bir videoda çöküyorsa sevgili projem, ne diyebilirdim ki artık! Kendimi vizyonsuzlukla mı suçlamalı, yoksa nedenleri üzerinde düşünmeli miydim? Her ikisini de saniyeler içinde yaptım.
Gökyüzünün altında her söz söylenmişken, yeni olan ne kalmıştı ki? Velhâsıl kadim öğretilerin yüz yıllardan beri farklı ağızlarda tekrar tekrar söylenmesinde ne gibi bir beis olabilirdi? Yine de tüm hevesim kaçmıştı işte. (vay vizyonsuz vay! bir de gazoz gibi gazı kaçıyor!)
Bir yandan da duyulmasına ihtiyaç var dediğim kendimce mühim bir konunun, bir başkası (hatta başkaları!) tarafından, tam da taşıdığım hassasiyet ölçüsünde ifade edilmesi, karşılık bulması beni içten içe mutlu da etmişti. Açıkçası maksat hâsıl olmuştu; biz matlûba (istenilen, aranılan) vesile olamasak bile... Önemli olan da buydu zaten.
Omuzlarım bir parça çökmüş şekilde eve vardım. Bahçe kapısına doğru koşarak gelen kedi ordusunun kahvaltı zamanıydı. Çılgın miyavlar ve sabırsız kedi sürtünmeleri arasında asla koyduğum yerde bulamadığım ve şurada dursun ricamın asla duyulup kaale alınmadığı mama kabını bir süre aradım. Her daim aç olan kümes ehlini de ziyaret ederek yemlerini verdim. Akşamdan kalma sebze artıklarını da menülerine ekleyerek tavuk bireylerin sabah kahvaltısını şenlendirdim. En azından hâlâ bir işe yarıyordum. Belki de artık sadece bunlarla ilgilenmeliyim, dedim içimden. Kediler, tavuklar, ev işleri, biraz örgü, geç atılan çöplerden şikayet etmeyi bırakıp kendim atmak, lavaboları daha sık sirkeli ve boykot ürünü olmayan ucuz detarjanla ovalamak, namazımı kılıp Kur’anımı okumak; bunlar yeter; belki de artık bana düşen budur. Ki bu da önemli bir iştir, evet kimse görüp duymasa da takdir etmese de güneş batmadan en az 3-5 kere daha aynı şeyleri yapman gerekse ve bu da Allah’tan başka hiç kimse tarafından görülüp duyulup takdir edilmese bile evet, bu da önemli bir iştir. (gerçekten öyledir, laf olsun diye değil.)
Bu ruh hâli, içinden çıkmak için çok mücadele ettiğim, 4 yıl önceki hâlimi bana anımsattı ve derhal oradan kendimi uzaklaştırdım. Bu sefer kendimden başka beni oradan çıkartacak kimse de yoktu üstelik, o kuyu bir daha girilecek gibi değil. O kuyu kendine yapılmış haksızlıklarla dolu. Mecbur yine kendi dağınıklığımı kendim toplayacaktım. Masanın başına oturdum. Uzun zamandır “ne yapmalıyım, nasıl yapmalıyım” diye düşünürken, kendimi bir sabah uzun zamandır yaptığım şeyi, uzun zamandır yaptığım gibi yaparken buldum; yeryüzünün üstünde, gökyüzünün altında söylenmiş ne kadar söz varsa, hepsini kendi sesimden yeniden söylemeye ve yazmaya karar kıldım. işte böyle.
Deniz Fâtımanur
Comments