İnsan, yasla yüzleşmekten neden kaçar? Yas, acıyı ve kaybı, bir anlamda karanlık tarafı, yani gölgeyi içine alır. Gölgemizle yüzleşmek zordur çünkü o, bastırılmış duyguların ve bilinçaltının derinliklerinden yükselir. Bu yüzleşme, bireyin psikolojik yapısını tehdit eder; çünkü kolektif bilinçdışının derinliklerinden gelen bu acı, sadece bireysel değil, tüm insanlık adına acıyı simgeler.
Yas, yalnızca bir kaybın dışavurumu değildir. O, insanın içinde bulunduğu hayat döngüsünde, bireyin ruhsal evrimine yönelik bir çağrıdır. Zira her kayıp, ruhun bir aşamayı geride bırakması ve yeni bir bilinç düzeyine geçmesi için bir fırsattır. Acının temeli, insanın en derin arketipi olan "ölüm" ve "yeniden doğuş"la ilintilidir. Oğlu İbrahim'in ölümüyle birlikte Hz. Muhammed'in (aleyhissalatu vesselam) isyan etmeksizin gözlerinden süzülen hüzünlü gözyaşları, bu arketipsel dönüşümün somut bir yansıması değil midir? Ümmeti hayretle bu ağlamayı izleye dursun, o gözyaşları, yaşamın ve ölümün aynı anda birbirine bağlı olduğunu, insan ruhunun, yasla birlikte yeniden şekillendiğini, bunun fıtrata dair oluşunu simgeler; “Sen de mi, Ey Allah’ın Resulü?” diyen ashabına, “Bu, Allah’ın rahmetidir. O (azze ve celle) rahmeti kullarının kalplerine koymuştur.” der, aleyhissalatu vesselam...
Yas, sadece bir kayıp değil, aynı zamanda bir dönüşüm sürecidir. Psikolojik gelişim, yalnızca sevinç ve mutlulukla değil, acı ve kayıpla da şekillenir. İnsan kaybıyla yüzleştiğinde, o kayıp sadece onu etkileyen bir olay değil, aynı zamanda kolektif bilinçdışının derinliklerinden yükselen bir simgedir de. O kayıp artık, insanlık tarihinin ortak acısını, yaşanmış her kaybın ruhsal etkilerini barındıran havuza aittir.

Yas, bu sürecin bir aracıdır, acı bir ilaçla gelen bir şifacı gibidir. Gerçekten de, bir kaybı kabul etmek, onu içsel olarak işlemek, insanın gölgesini kucaklamasını da içerir. Bu, kişinin ruhsal evriminde bir aşamadır. Ve bu aşama, bir arketipi sembolize eder: Birinin sona erdiği yerde diğeri başlar; bedenin ölümü, ruhun yeniden doğuşunun ifadesidir.
Vedalar, unutmak ve vazgeçmek değil, "yerine koymak"tır. Veda sürecinin büyük resmi, kaybın bir sona erme değil, bir yeniden düzenleme süreci olduğunu bize anlatır. Yas tutmak, bu düzenlemenin doğal bir parçasıdır. Kaybın ardında yatan ruhsal dinamik, bir özdeğerin yeniden oluşumunu gerektirir. Yas için alan tutarken insan, bir şeyleri anlamlandırır ve şifalandırır.
Güncelde maruz kaldığımız şeyleri düşünürsek yas, bireysel bir sürecin ötesine geçer ve bir toplumun kolektif deneyimini de sembolize eder. Bir evliliğin sonu, bir çocuğun uzaklara gitmesi, bir kaybın ardından yaşamın devam etmesi, doğal felaketler, bitip tükenmek bilmeyen ihmallerin getirdiği ölümler, savaşlardaki masumların kayıpları, şehid olan askerler... tüm bu olaylar, bir tür kolektif psikolojik evrim sürecidir. Yas tutmamak ve kaybın hemen ardından hiçbir şey olmamış gibi hayata devam etmek, sadece bireysel değil, toplumsal bir çöküşü de işaret eder. Çünkü toplumsal yapılar da, bireylerin yasla yüzleşip evrimleşen bilinçleriyle şekillenir. Evet, hayat elbette "eskisi gibi aynen" devam edecektir; fakat yasla birlikte, yas bitene kadar, yas yok sayılmadan.
Geç kalmış ve hatta hiç tutulmamış, bastırılmış yaslar, zamanla bireyin psikolojik dengesini bozan patolojilere yol açabilir. Çünkü yas, sadece acıyı hissetmek değil, o acıyı içsel bir dönüşüme vesile kılmaktır. Yas tutmak, bireyin bilinçli benliği ile bilinçdışı arasındaki dengeyi sağlamasına yardımcı olur. Geçmişin acılarını işlemek, ruhsal yapıyı kuvvetlendirir ve bireyin içsel gücünü ortaya çıkarır.
Bugün, hepimiz sürekli olarak yas uyaranlarına ve tetikleyicilerine maruz kalıyoruz. Modern dünyanın hızlı temposu, acıyı derinleştiriyor, bir o kadar da sıradan hâle getiriyor. Tam da burada yası reddetmek ya da ona verdiğimiz tepki ve tepkisizlikleri es geçmek, gölge yanlarımızın reddedilmesiyle, yok sayılmasıyla eş değerdir. Oysa gölgemiz, bilinçaltının bizimle konuşma şeklidir; onu her zaman duymaya ihtiyaç duyarız...
Şifa, yasın özüyle bağlantılıdır. Muhammedî gelenekte böyle zor zamanlarla baş etmeye dair hatırlanması gereken bir gelenektir, Kâdî İyâz hazretlerinin Peygamber efendimizi konu aldığı Şifa-i Şerif adlı eserinin okunması. Zor zamanlarda, savaş, hastalık, kolektif sıkıntılarla boğuşurken toplu yahut bireysel olarak bir araya gelip Şifâ-i şerif okumaları yapan bir geleneğimiz olduğunu hatırlamak bize iyi gelir mi? Peygamber efendimiz aleyhissalatu vesselam ile bağ kurdukça kalbini ve ruhunu güçlendiren ve etrafına da bedenine de o ışığı yaymaya çabalayan atalarımızı takib etmek, unuttuğumuz bu geleneği hatırlamamıza, dolayısıyla şifaya bir vesile olabilir mi?
Eski gelenekler daima acıdan şifa bulmanın yollarını göstermiştir. Bu, yalnızca bireysel bir rahatlama değil, kolektif bir iyileşme sürecidir. Zira, bir bireyin şifa bulması, toplumun genel iyileşme sürecine katkı sağlayacaktır. Yakında bu niyetle sadece hanımlar için online Şifa-i Şerif okumaları yaptığımız bir grup başlatacağım. Belki bize katılmak istersiniz. İnstagram hesabımıdan duyuruları takib etmeye devam edin.
Sevgiyle. 23/01/2025
Aile Danışmanı ve Manevi Danışman
Deniz Fatmanur Saraç
Comments