top of page

Modern Dünya'da Aşk ve Bağlılık- Esther Perel

Yalnızca sonu gelmeyen taleplerde bulunmuyoruz, her şeyden önce mutlu olmak istiyoruz. Bu mutluluk eskiden öteki dünyaya saklanan bir şeydi. Cenneti bütün nimetleriyle dünyaya getirdik ve mutluluk artık yalnızca bir arayış değil, bir zorunluluğa dönüştü. Bir zamanlar tüm kasabanın sağlayabileceklerini tek bir kişiden bekliyoruz ve eskiye kıyasla iki kat daha uzun yaşıyoruz. İki kişinin üstesinden geleceği bir şey değildir bu.


Romantik hayalperestler nikâh törenlerinin hemen hepsinde ruh ikizi olmaktan tutun da, aşkı, öğretmeni, terapisti olmaya kadar birbirlerinin her şeyi olacaklarına dair yeminler ediyorlar.(...) Bu beyanlar adanmış bir aşkın samimi ifadeleri. Ne var ki hepsi kurgu.

Ofisimde her gün modern evlilik ideolojisinin tüketicileri ile bir araya geliyorum. Ürünü almışlar, eve gitmişler ve birkaç parçasının eksik olduğunu fark etmişler. Bu sebeple ambalajındaki gibi görünsün diye tamir ettirmek için tamirciye geliyorlar. İlişkilerine dair arzularını -hem istedikleri hem de hak ettikleri şey- verili bir durum olarak yanlarında getiriyorlar ve romantik hayalleri romantik olmayan gerçeklikle çarpışınca kızıyorlar. Bu ütopik vizyonun, inancını yitirmişlerden oluşan daha büyük bir ordu haline gelmesi hiç de şaşırtıcı değil.


"İhtiyaçlarım karşılanmıyor."

"Bu evliliği daha fazla yürütemeyeceğim", "Böyle anlaşmamıştık."

Bunlar seanslarımda sıklıkla duyduğum feryatlar. Psikolog ve yazar Bill Doherty'nin de gözlemlediği gibi, bu ifadeler tüketici değerlerinin ("kişisel kazanım, düşük maliyet, hak sahipliği ve kaybetme riskini en aza indirgeme") romantik ilişkilerimize işlemesinin bir sonucudur.


Tüketim toplumumuzda ana unsur yeniliktir. Eskiyen şeylerin yerine yenilerini koyma arzumuz hiç sönmesin diye nesneler kısa zamanda eskimek ve tedavülden kalkmak üzere tasarlanıyor. Ve çiftler bu düzenin dışında değil.


Sürekli daha iyi, yeni ve canlı bir şeylerin var olma ihtimali ile cezbedildiğimiz bir kültür İçinde yaşıyoruz. Bu nedenle artık mutsuz olduğumuz için boşanmıyoruz, daha fazla mutlu olabilirdik diye boşanıyoruz.


Anlık hazları ve sınırsız seçenekleri en doğal hakkımız olarak görmeye başladık. Önceki kuşaklara fedakârlık olmadan yaşanamayacağı öğretiliyordu. "Her zaman istediğin şeyi elde edemezsin," düşüncesi yarım yüzyıl önce bir anlam ifade ediyordu ancak günümüzde otuz beş yaş altında olup bu mesajdan etkilenecek herhangi biri var mıdır?


İnatla hayal kırıklıklarımızı reddediyoruz. Hal böyleyken, tekeşliliğin sınırlarının paniğe yol açması hiç de şaşırtıcı değil. Sınırsız seçeneklerin olduğu bir dünyada benimle aynı milenyuma ait olan arkadaşlarımın ifadesiyle "bir şeyleri kaçırma korkusu" ile mücadele ediyoruz. Bu korku "Hedonik koşu bandı" olarak adlandırılan sonu gelmeyen daha iyisini bulma arayışının motoru niteliğindedir.


İstediğimiz şeyi elde ettiğimiz an beklentilerimiz ve arzularımız artış göstermeye başlıyor ve hiç mutlu olmayacak bir noktaya geliyoruz.


İlişkinin kalitesi, günümüzde deneyimin kalitesiyle eşanlamlıdır. Sıkılıyorsak düzenli bir evin, iyi bir gelirin ve iyi huylu çocukların ne faydası var ki?...İşte bu yeni imtiyazlarımız günümüzdeki sadakatsizlik hikâyelerini besleyen ana unsurdur. Bugün farklı olan arzularımız değil, arzularımızın peşinden gitmeyi hak ettiğimizi (gerçekte, mecbur bırakıldığımızı!) hissediyor oluşumuzdur. Sevdiğimizi kaybetmemize neden olsa bile kendimizden vazgeçmiyoruz.


Pamela Druckerman'in vurguladığı gibi "Kişisel mutluluğa dair yüksek beklentilerimiz bizi aldatmaya yönlendirir." Mademki kendimizi her açıdan tatmin etmemizi sağlıyor, o zaman kaçamak bir ilişki yaşamaya hakkımız var demektir. Benlik ve ben duyguları merkezde olunca çok duyduğumuz yoldan çıkan arzular masallarına bir de mazeretli savunmalar ekleniyor.


Esther Perel, Psikoterapist

Çeviri: Ayşenur Yıldırım Eroğlu

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page