Kalbin İlacı: Evdeki Huzur ve Zikir
- Deniz Fatmanur Saraç
- 7 gün önce
- 3 dakikada okunur
Bazı şeyler vardır ki, içeriden içeriden dokunur sana. Gözlerinle görmesen de ruhunun iç sızısında hissedersin. Kalp, hem bu sızının bazen de sevincin makamıdır. Ve aslında, o kalbe neyi koyduysan, hayatın rengine o karar verir. Çünkü ehlinin hep vurguladığı gibi, kalp biraz da çocuk gibidir; ne verirsen, sana onu geri verir.
Hayatımızda bu kadar belirleyici bir rolü olan kalp cevherinin kendi hâline ve bir başına bırakılması yaşamımızı olumlu etkileyebilir mi? Canımızdan çok sevdiğimiz çocuğumuzu büyütür, terbiye ederken üstün bir ihtimam gösterdiğimiz gibi kalbimize karşı, birinci derecede özen ve sorumluluk bilinci içinde olmamız da gerekebilir mi?
Manevi terbiye, kalbin kapısını çalarak başlar. O kapıdan girmek için anahtarlar gerekir. Âriflerin kadim öğretilerine göre bu anahtarlardan en kavîsi, hazreti Allah azimüşşânı hakkıyla zikretmektir. Ama sadece dille değil, hâl ile, iliklere kadar titreten, seni senden sıyırıp Hakk’a yaklaştıran zikir ile...

Zamanımızın şâhid olduğu Kıymetli Allah dostlarından biri olan Gavs-ı Sâni Şeyh Seyyid Abdülbâki kuddise sirruh hazretlerinin dediği gibi:
"Zikre devam ediniz, virde önem veriniz, çünkü kalbin tek ilacı zikirdir. Nefsin çirkin sıfatları ancak zikir ile değişir."
Bununla birlikte bazen şahid oluruz ki her ilaç her yaraya her zaman devâ olamayabilir. Kalp asli vazifesinden uzaklaşmış, gaflet ve huzursuzluk içindeyse, bataklıktaymış gibi üzerine ne kadar nur dökersen dök, çamurunu arındırmadan, bazı perdeleri kaldırmadan nur içeri süzülmez.
Gavs hazretleri zikrin kalbe neden fayda etmediğini şu dört yara üzerinden anlatır:
Gözün harama takılmışsa,
Günün yirmi dört saati dünyaya çalışıyorsan, kalp zikirle değil, hesapla meşgulse,
Evinde, ailende huzur yoksa, gönlün darmadağınıksa,
Günaha ısrarla devam ediyorsan... zikrin kalbe erişmesi için önce kalbe hakikatli bir tövbe ve sonra yaşamını rızayı ilahiye göre düzenlemen gerekir..
Bu açıklamada en çok da şu söz kalbimi deler geçer:
“Ailevi huzuru olmayanın zikri fayda vermez.” Çünkü ev, kalbin aynasıdır. Ve huzur, zikrin zemini...
Bir kadın için ilk mürşit çoğu zaman eştir. Ve bir erkek için de kadının dili, duygusu, hatta susuşu eşlik eder. Evlilik sadece birlikte yaşamak değil; birlikte hakikatlere uyanmak, birlikte arınmak ve birlikte anlamaktır. Evlilik, sadece bu dünyada değil, ahiret yurduna yapılacak uzun ve önemli bir yolculuk için iki insanın birbirine destek olması, hayatı ve imtihanları kolaylaştırması, güvende tutması, kollaması demektir.
Yalnızca çocuk değil, bir mânâ da büyütür evin içinde çiftler. Ortak dua, ortak secde, ortak neşe ve hüzün... Bunlardır evliliği ayakta tutan. Ve en çok da birbirine duyulan hayranlık. Makul seviyede bir hayranlık, eksiksiz bir saygı.
Aşk belki zaruri değildir yahut hızlıca tükenebilir ama, edebe yaslanan bir beraberlik için ortak anlam ve saygı, olmazsa olmazlar içindedir.
Oysa nicedir dünya başka bir şey anlatıyor bize. Mânevi görüşler uğruna dahi çiftler birbirini hırpalayabiliyor. Sanki bir el, önce kalpleri, sonra insanları birbirinden ayırmak için islama, akla, kalbe uymayan operasyonlar düzenliyor ailelerimiz, dostluklarımız, sosyal âzâlarımız üzerinde.
Sistemin sesi diyor ki: “Sen tek başına yeterlisin.”
İnanç uğruna biri çıkıp diyor ki "Öteki kötüdür, yaşam hakkı vermeyin!"
Reklamlar diyor ki: “Kendini ödüllendir.”
Sosyal medya bağırıyor: “Haz al, hemen şimdi!”
Oysa kalp, bütün bu gürültüde sessizce feryat ediyor:
“Beni hatırla, bana dön... beni yıkma, beni yontma... beni temizle.”
...
Tasavvufun işi sadece bireyle değildir.
Eskiler bilir, dergâhlar yalnızca zikir yapılan mekânlar değil; ruhun, aklın ve kalbin onarıldığı merkezlerdi; bir çocuğun ilk ekmeği, bir kadının ilk gözyaşı, bir gencin ilk sorusu oraya düşerdi. Tarihi, sosyolojik ve islami alt yapısından habersiz olanlar için bugün bir tehdit gibi algılanan dergâhlar, bir zamanlar sistemin bizi sürüklediği yalnızlığa karşı en hakiki sivil toplum kaleleriydi.
Şimdi biz o kaleleri düşman ve faydasız bellemişiz. Bu durumda kaybedeceğimiz şey sadece bir gelenek değil; bir ruh, bir duruş, bir destek mekanizmasıdır.
Çünkü biz bir kavganın tam ortasındayız. Ama bu kavgada düşman, bir insan değil; Nefsi emmare, şeytan, ve zihni kolonileştiren ahirzaman sistemidir.
Bu kavgada geri duranın kaşığını kırarlar. Bu, mecaz değil.. Bu, hakikattir.
Ya enerjini nefsin oyuncağına harcarsın ya da Hakk’ın tarafında sabit kalırsın.
Başka bir yol yok.
...
Ve en sonunda hep aynı yere geliriz:
Kalbe...
Ev’e...
Zikre...
Secdeye...
Sükûta...
Ve belki de en çok birbirimize...
Kalbin ilacını ararken, geçmişten gelen destek mekanizmalarını ve ilaçlarını hatırla.. Çünkü bunlar istesek de onsuz kalamayacağımız kadar derin,
ve onsuzken yaşanamayacak kadar gerekli bizler için. Üstelik şimdi, eskisinden daha da fazla.
Deniz Fatımanur Saraç
Comments