O çocuğu gördüm. Artık kendi olarak görülmekten vazgeçmiş ve bir başkası olarak görülmenin güvenli sularında sabah akşam yüzen, o çocuğu. Bir başkası olmanın en güvenli tarafı, yeterince uzun bir süre bunu terarlarsanız şayet, kendiniz dahil hiç kimsenin bir daha eski sizi hatırlamaması.
Ne kadar süre gerekir insanın kendisinden tamamen vazgeçmesi için? Henüz bununla ilgili bir araştırma yapılmamış olması ne büyük talihsizlik; seviyoruz oysa işin bilimsel tarafını. Belli ki annesini uzun süre çağırmış. Bir yerden sonra kısılan sesini usulca kendi dudaklarına sürmüş olmalı. Biliyor musunuz sırf bu yüzden bazıları susmayı, bazıları güzel konuşmayı, bazıları da güzel yazmayı öğrenir; duyulmamanın çığlığı eşsizdir.
Bir başka çocuğu daha gördüm. Belli ki babası görmemiş onu. Büyük büyük parmaklarla büyük büyük harfler yazması ondan ve gülümsemesi. Sahi, parmaklar ne içindir? Bir gölge kaç kez delinir?
Karanlığı seviyordu bir başka çocuk, hiç korkmuyor. O çocuğu da gördüm. Karanlıkta usulca yanından geçtim. Beni hiç görmedi.
Sonra, “Bir kedim bile yok anlıyor musun, hadi gülümse” dedi hızla ortama giren şarkı. Kemal Burkay’ındır bu dizeler, çoğu hafızada bir anda Sezen Aksu’nun sesi canlansa da. Kemal Burkay şair, elbette fikir işçisi. İnsanın nasıl olur da bu cümleyi kuracak kadar yalnız hissettiğini düşünürdüm eskiden, sonra şiiri mırıldanmak düşerdi payıma;
Hadi gülümse bulutlar gitsin
İşçiler iyi çalışsın, gülümse
Yoksa ben nasıl yenilenirim
Belki şehre bir film gelir
Bir güzel orman olur yazılarda
İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse.
Sazlarım vardı, ırmaklarım vardı çok
Çakıltaşlarım vardı benim
Ama sen başkasın anlıyor musun
Tut ki karnım acıktı, anneme küstüm
Tüm şehir bana küskün
Bir kedim bile yok anlıyor musun
İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse.
O çocuğu da görmemek mümkün mü! Kendi hikayesini sevdiği ve seslendirdiği için doğduğu topraklardan sürgün edilip sonra dönen. Başka bir hikaye yazmasını istemişlerdi belli ki ondan. O da herkes gibi olmayarak, koşmuştu kendi hikayesinin ardından. Çocuklar inatçıdır. Hem neden olmasınlar. Gökyüzüne bakmak için, elimizde başka ne sebep var?
O çocuğu gördüm sonra. “İsim hafızam zayıftır”, dediğim anları unuttururcasına adını hep hatırladım. Annesi bir miktar para karşılığında (çok bir miktar değil) satmıştı onu genç bir adama. Adam, zehir tâcirliğinden hapse düşünce baktı olmayacak, yine satmıştı kızını başka bir köylüsüne bir miktar para karşılığında (çok bir miktar değil). Polisin yoldan geçmediği yollar vardı şehirlerde. Şehirlerde büyük binalar ve büyük binaların içinde büyük adamlar ve büyük toplantılar yaparlardı hep. Konuşulmazdı adı o çocuğun. Ben adını unutmadım. İsim hafızam zayıftır. Yüzleri de unutsam keşke.
“hadi gülümse”
O çocuğu gördüm. 16 yaşındaydı. Ama artık hiç büyümeyecek. Tanıdığım bir çocuğa daha benziyordu. Ve bir çocuğa ve başka bir çocuğa daha. “Umudum yok diyordu” eli kalem, yüreği ateş tutan bir kadın tüm bu menfur benzerlikler karşısında; “iyi ya” diyordum, “umuda ihtiyacımız yok! Gerekirse çarpışacağız göğüs göğüse bu zifiri karanlıkla; geriye dönmeyi düşünmeyene umut ne yapa..?”
Öfkem çok büyüyordu çok. Sonra sırtımı sıvazlıyordu bir başka kadın daha. Serin ve selamet oluyordu ateşim, yüzmeyi öğretiyordu balıklara. Ah şu şiddetsiz iletişim ve kadınlar da olmasa, var ya…
O çocuğu da görüyordum ama; hayatta yediği tek tokadı da yanlışlıkla yan sınıfın öğretmeninden yiyen. Ne zaman yanlışlıkla atılmış bir tokat görse, aynı öfkeyle dolan. O çocuğu da görüyordum.
Bir ikrâm mıydı, bir lânet miydi bilmiyorum ama yüzüne baktığım herkesin çocukluğunu da görüyordum. Ve fısıldıyordum çocuklara içimden,
Deniz
18,02.2022
(c) Yayınlar yazar adı gösterilerek paylaşılabilir. Yayınları izinsiz ve yazar adı gösterilmeden kullanan, kopyalayan, yayımlayan hakkında yasal işlem başlatılacaktır.
Comments